Haber
Cuma 12 Aralık 2025 13:42
Cuma, 12 Aralık 2025, 13:42
FOTOĞRAF EPA/BGNES
Yazı Boyutu
İnsanoğlu tarih boyunca gözle görünmeyen âlemlere, gayba ilgi duymuştur. Gaybın anahtarları ise bütün âlemleri yaratan Cenâb-ı Allah’tadır ve hikmeti gereğince o özel alana çok kısıtlı bir şekilde kendi seçtiği kişilerin dokunmasına, oradaki bilgilere erişmesine izin vermiştir. İzin verdikleri de kendi seçtiği peygamberlerdir, onlara vahiy yoluyla gaybın kapılarını aralamıştır. Aynı zamanda peygamberlerin yolunu izleyen bazı salih kişilere de gayp perdelerini zaman zaman aralamış olan Allah, bu seçkin kullarına gayba dair verdiği keşfî bilgiler çok sınırlıdır ve umumu bağlayıcı bilgi tözelliği taşımazlar. Bunun dışında insanın gaybı bilme iddiasını İslâm dini kesin bir dille reddeder. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de: “Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez” (el-En‘âm, 6/59) buyrularak bu hakikat açıkça ortaya konur.
“Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez” (Lokman, 31/34) ayeti ise fal ve kehanetin temelsizliğini bildirir. Fal bakmak ve kâhinlik yapmak, geleceği bildiğini iddia etmek anlamına gelir. Kur’ân’da cahiliye döneminde yaygın olan fal okları açıkça yasaklanmıştır: “Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları şeytan işi birer pisliktir; bunlardan kaçının” (el-Mâide, 5/90). Ayete dikkat edilirse, falcılık ve kehanet işleri şeytanın murder işleri arasında zikredilmiştir. Çünkü falcılık ve kehanet insanın kendinde olmayan bir gücü vehmetmesi veya iddia etmesi sonucu Cen’âb-ı Allah’ın sadece kendisine mahsus kıldığı bazı özellikleri taşıyor iddiasına girerek bir anlamda ortak koşma söz konusudur. Bu da doğrudan imanı etkileyen çirkin bir durumdur.
Bu yüzden Peygamber Efendimiz (s.a.s.) kehanet ve fal konusunda son derece net uyarılarda bulunmuştur: “Kim bir kâhine veya falcıya gider de söylediklerini tasdik ederse, Muhammed’e indirilen vahyi inkâr etmiş olur” (Ahmed b. Hanbel). Başka bir hadiste ise: “Kim bir kâhine gider de bir şey sorarsa, kırk gün namazı kabul olmaz” (Müslim), buyurmak suretiyle bu eylemin kul ile Yaradan arasına duvar ördüğünü, bağın koptuğunu, dolayısıyla insan için bir felâket durumu olduğuna işaret eder.
Neredeyse insanlık tarihiyle yaşıt olan fal ve kehanet türü bir uygulama da sihirdir. Arapça bir kelime olan sihir, aslında gizli bir durum, büyü, gözbağlamak gibi anlamlara gelir. İslâmî bir kavram olarak ise “tabiat üstü güçlerle ilişki kurmak veya kendilerinde gizli güçler bulunduğuna inanılan bazı tabiî nesneleri kullanmak suretiyle faydalı, koruma gayeli ya da zararlı bazı sonuçlar elde etmek için yapılan işleri ifade eder”. Büyü, farklı varlık, olay ve güçleri kullanmak suretiyle veya kontrol ederek etkileme iddiasıyla maddî veya mânevî bir menfaat sağlamayı amaçlar. Bu bakımdan büyü, her ne kadar bazen “iyi niyet” arkasına gizlense de, aslında insanlara zarar veren şeytanî yollarla yapılan haram bir fiildir. Her ne kadar İslâm alimlerinin büyünün hakikati konusunda bazı tartışmaları olsa da büyünün varlığı kabul edilmiş, ancak tesir derecesi tartışılmıştır. Kur’ân’da büyünün gerçekliği inkâr edilmemiş, fakat kesin biçimde haram olduğu bildirilmiştir. Bakara suresinde büyü konusunda şöyle bir olay anlatılarak işin aslı ortaya konur: “Onlar, Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların uydurup söylediklerine uydular. Gerçek şu ki Süleyman kâfir olmadı, fakat şeytanlar kâfir oldular; çünkü insanlara sihri, Bâbil’de iki meleğe, Hârût’la Mârût’a indirileni öğretiyorlardı. Hâlbuki bu iki melek,
“Biz ancak imtihan vasıtasıyız; sakın küfre sapma!” demedikçe hiç kimseye bilgi vermezlerdi. Fakat onlar bu iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa Allah’ın izni olmadıkça onunla hiç kimseye zarar veremezlerdi. Yine de kendilerine fayda sağlayanı değil zarar vereni öğreniyorlardı. Andolsun onlar, bunu (sihri) satın alan kimsenin âhiretten nasibi olmadığını çok iyi biliyorlardı. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür, bir bilselerdi! Eğer onlar iman edip kendilerini kötülükten korusalardı şüphesiz Allah tarafından verilecek sevap daha hayırlı olacaktı. Keşke bunu bilselerdi!” (el-Bakara, 2/102-103) Bu ayetler büyünün küfürle ilişkis üzerine durmaktadır.
Peygamber Efendimiz büyüyü, insanı helâke sürükleyen büyük günahlar arasında sayarak “Yedi helâk edici şeyden sakının.” buyurmuş ve bunlardan biri olarak sihir/büyü zikredilmiştir.
Bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda İslâm’ın fal, kehanet ve büyüyü, dinimizin esasını teşkil eden tevhid inancını zedeleyen, insan ile Allah arasındaki bağı koparan, insanı Allah’a güvenmekten uzaklaştıran ve batıl inançlara sürükleyen davranışlar arasında gördüğünü anlıyoruz ve bu davranışların temelinde birtakım inançlar yatması sebebiyle yerine göre insanı küfre götüren davranışlardan söz ettiğimizi de belirtmek gerekir. Mümin, geleceğini falda değil; dua, tevekkül ve helâl çaba içinde arar. Bilinmeyeni Allah’a havale eder, O’ndan yardım diler. Çünkü gerçek güç sahibi, güvenlik kaynağı ve gaybı elinde tutan Yüce Allah olduğuna inanır.
Haber üzerinde çalışanlar: Ergül Bayraktar